Yaqeen Institute for Islamic Research
Honor-Killings

İslam, Namus Cinayetleri Probleminin Kaynağı Değil, Aksine Bu Sorunun Çözümünün Bir Parçasıdır.

Namus cinayetleri tarihinin bu bölümünü (tarihi ile ilgili aşağıda anlatacağımız olayı) yüksek ihtimalle okumamış veya duymamışsınızdır. 1947 yılında bir İngiliz kolonisi olan Nijerya’da İngiliz yargıçlar, yerel Şeriat mahkemesinin verdiği kararı reddedilmiş bir hüküm olarak kabul etmiş ve hükmü iptal etmek zorunda kalmışlardı. Bir adam cinayet nedeniyle ölüme mahkûm edilmişti, ancak İngiliz üst mahkemesi bu suçun haksız tahrik altında işlendiğine dikkat çekmişti. Adam eşinin sevgilisini öldürmüştü. Şeriat mahkemesi bu mazereti kabul etmemişti, ancak İngiliz mahkemesi katilin ölmeyi hak etmediğine karar verdi.[1] Evet, doğru okudunuz. Şeriat yasasını uygulayan bir Şeriat mahkemesi, uzun süredir namus cinayetleri için haklı bir mazeret olarak kabul edilen ‘haksız tahrik’ savunmasını inandırıcı bulmadı ama İngiliz mahkemesi bunu haklı bir mazeret olarak kabul etti.

Namus cinayetleri hiçbir zaman manşetlerden uzak kalmamıştır. Hatta, Clarion Fund adlı islamofobik bir NGO, İslam’ın namus cinayetlerini desteklediğini ve bu şiddet eylemlerinin müslüman toplumlara özgü olduğunu iddia eden Şeref Günlükleri adlı bir belgesel bile yayınladı.

Ancak meselenin aslına bakacak olursak, namus cinayetleri İslamdan kaynaklanmamış veya İslam tarafından teşvik edilmemiştir. Ayrıca, bu meseledeki popüler söylemin aksine, namus cinayetleri müslümanlara özgü bir sorun da değildir.[2] Namus cinayetleri ile ilgili en yoğun ve ciddi olaylar müslümanlarla hiç ilgili değildir. İslam’ın bu konudaki öğretileri ve onun kadına yönelik şiddete karşı olan hakikatleri hakkındaki bu cehalet, çok ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Birincisi, namus cinayetlerini İslama isnad etmek, hiç hak etmedikleri halde müslümanları hedef tahtası haline getirir. Bu suçlamalar, birçok müslüman ülkede, insan hakları söylemlerinin batılılaşma ve kültürel emperyalizmin taşıyıcısı olarak kabul edilmesine ve bu yüzden de reddedilmesine sebep olan şayiaları beslemektedir. İkincisi, İslam hakkındaki bu tür yanıltıcı ve sansasyonel bilgiler insanları şu gerçeği görmekten alıkoymaktadır: Pek çok erkek, kadına yönelik şiddetin köklerinin, bir dinin öğretilerinden veya bir kültürün özelliklerinden çok daha derin küresel bir sorun olduğunu kabul ve itiraf etmekten nefret etmektedir. Bu mesele, bu açıdan da ele alınmalıdır. Son olarak, İslam’ın namus cinayetlerini kabul ettiğine dair iddiaları takıntı haline getirmek, Hz. Muhammed (sav)’in öğretilerinin ve İslam Şeriatının bu suçları kınadığını, müslümanların ve gayrimüslimlerin görmelerine engel olmaktadır.  

Kadınlara, sırf kadın oldukları için şiddet uygulanması trajedisi, sadece tek bir dinin veya tek bir kültürün ürünü olamayacak kadar çok yaygın ve çok kadimdir. Bu trajedi, şekil ve görüntü açısından bölgeden bölgeye farklılık arz etse de sonuç itibariyle bütün toplumlarda rahatsızlıklara sebep olmaktadır. Ataerkil toplumlar (diğer bir deyişle bir dereceye kadar her toplum) bazen bu şiddetin bir kısmını namus cinayetlerinde haksız tahrik kaynaklı bir öfke patlamasının sonucu kabul edip bunu anlayışla karşılayabilmektedirler. Namus cinayeti gibi kadınlara yönelik şiddetin diğer şekilleri de önceden tasarlanmış ve kurbanla akraba olan kadınların da dahil olduğu organize bir suç olabilmektedir. Kadına yönelik şiddetin en ileriye gittiği dünyanın bu tür bölgelerinde, yasal sistemler bu suçu işleyen erkekleri, resmî ya da gayrı resmi bir şekilde tolere etmeye meyillidirler.

Namus cinayetleri, kadın cinayetlerinin veya kadınların cinsiyetla alakalı herhangi bir nedenden dolayı öldürülmesi olgusunun bir parçası olarak değerlendirilmelidir.  

Bu şiddetin kurbanı olan kadınlar ve kızlar, kadınların toplum içinde nasıl davranacakları konusundaki bazı ciddi beklentileri ihlal ettikleri düşünüldüğü için saldırıya uğramışlardır. Kadının veya onun ailesinin şerefine yönelik hakaretler, Güney Asya’da olduğu gibi Akdeniz havzasında, özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da mevcuttur. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA)’nun ihtiyatlı tahminlerine göre, yılda en az 5000 kadın namus cinayetlerinin kurbanı olmaktadır. Hindistan ve

Pakistan’da, kızlar veya kız kardeşler genellikle ebeveyn izni olmaksızın bir erkeğe aşık oldukları için öldürülmektedir ve bu cinayetler hem müslümanlar hem de hindular arasında vuku bulmaktadır. Kadın cinayetleri, bölgelere göre değişik şekiller alır. 2012’de BM tarafından hazırlanan bir rapor,

Güney Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya’nın bazı bölümlerinde, her yıl yüzlerce kadının büyü yapmakla suçlandıktan sonra çldürüldüğünü ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır. Hatta bu kadınların katilleri endişe verici boyuttaki bir rutinle daha hafif cezalar almaktadırlar.

Medyanın dikkatini çok çekmesine rağmen, namus cinayetleri en yaygın kadın cinayeti türü değildir. Müslüman ülkelerde ya da başka yerlerde işlenen namus cinayetleri sayısı, kadınlara yönelik en ciddi şiddet biçimi olan, Hindistan’ın Hindu nüfusu arasındaki çeyiz cinayetleri ile karşılaştırıldığında oldukça sönük kalmaktadır.

Çeyiz cinayetleri, erkeğin ailesine yeterince büyük bir çeyiz ödemesi yapılmaması, çeyizlik hediyelerden kesinti yapılması veya kadının sadece bir kadın olarak üzerine düşen görevleriyle ilgili beklentilerin az da olsa düşmesinden dolayı kocası veya kocasının ailesi tarafından genellikle yakılarak öldürülmesi şeklinde icra edilmektedir ve bunların adedi, şok edici rakamlara ulaşmaktadır. 2012’de yayınlanan BM raporuna göre, Hindistan’da 1990 yılında 4836 olan çeyiz cinayetleri sayısının 2009 yılında 8.383 rakamına ulaştığı tesbit edilmiştir.  Hint hükümeti on yıllar önce çeyiz verilmesini yasaklasa ve çeyiz cinayetlerini cezai bir sorun olarak tanımlamış olsa da, çeyiz verme geleneği önemini korumakta ve kadınların şüpheli ölümleri nadiren soruşturulmaktadır. Polis, genellikle bu ölümleri mutfak kazası olarak değerlendirmekte ve böylece soruşturmaları savsaklamaktadır.

İslamofobik örgütler, İslam’ın ve müslüman ülkelerin kanunlarının namus cinayelerini mazur gördüğünü veya yumuşak bir muameleye tabi tuttuğunu iddia etmektedirler. Bu iddianın ikinci kısmında haklıdırlar. Bu tür kanunlar bir sorun teşkil etmekte ve Ortadoğu’da çoğalmış gibi görünmektedir. Mısır kanunlarında, karısını ve / veya sevgilisini suçüstü yakaladıktan sonra öldüren bir adam idam edilmek yerine yalnızca hapis cezası almaktadır.

Fas, Kuveyt, Lübnan, Suriye, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün yasaları, bir erkeğin böyle bir durumda bulduğu kadın akrabalarının (ve sevgililerinin) ölüm cezalarını önemli ölüde azaltmıştır. (Gerçi, BAE ve 2001 yılında güncellenen Ürdün kanunları, kocasını başka bir kadınla yatakta bulan bir kadın için de cezaları aynı şekilde hafifletmiştir)

Fakat bu yasaların hiçbiri Şeriat ya da İslami öğretilerde herhangi bir dayanağa sahip değildir. Aslında, bu kanunlar batıdan alınmıştır. Ortadoğu’da bugünkü ceza hukuku, Osmanlı Ceza Kanununa göre 1858 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalı rakiplerini taklit etme çabalarının bir parçası olarak çıkarıldı. Yönetmelik, 1832 tarihli Fransız Ceza Kanununun ve namus cinayetleri cezalarının dejenere edilmiş halinin kelime kelime yapılmış bir çevirisinden çok az farklıdır. Bu durum, Lübnan, Suriye, Ürdün yasalarında ve Fransızlardan literal tercümeler gibi okumakta olan (ve asla Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olmamış olan) Fas kanunlarında bugün bile hala açıkça görülmektedir. Fransız ve Osmanlı kanunları, Mısır kanunları için de önemli bir ilham kaynağı olmuştur.

Namus cinayetleriyle ilgili haberlerde düzenli olarak yer alan başka bir ülke olan Pakistan’da ise, İngiliz kanunlarıyla benzer bir durumla karşılaşmaktayız. Şeriat’ın etkilediği bir hukuk sistemine sahip olmasına rağmen, Pakistan ceza kanunu, İngilizlerin sömürge zamanında Hindistan’ı yönetmek için ithal ithal ettiği 1860 kanununa dayanıyor. Bu kanun, ağır ve ani tahrik sebebiyle karısını öldüren kocayı bağışlayan bir kanundur. Pakistan, bu yasayı ironik bir şekilde, ülkenin kanunlarını Şeriat kanunlarına daha da yakınlaştırmak için 1990’da reforme etti. Özellikle, Pakistan Federal Şeriat Mahkemesi, “İslam’ın öğretilerine göre provokasyon, ne kadar ciddi ve ani olursa olsun cinayet suçunun şiddetini azaltmaz” ifadesini kullandı. Üzülerek belirtmek gerekir ki, Pakistan mahkemeleri bazen namus cinayetlerini işleyen erkekler için daha az cezalar vermektedir.  Ancak böyle karar veren hakimler, (İngilizlerden kalan yasanın tam metnindeki ifadesiyle yani) katilin maruz kaldığı “ciddi ve ani provokasyon” gerekçesini delil getirerek bu kararı veriyorlar.[3]

Şeriat yasası, doğrudan doğruya Peygamber Efendimiz’in verdiği kararı esas alarak, namus cinayetlerine karşı açık bir duruşa sahiptir: Karısını ve / veya onun sevgilisini suçüstü halinde bile olsa öldüren bir koca, başka herhangi bir davada olduğu gibi cinayet işlemiş demektir. Bu kanunun esası, hadislerden veya Peygamber Efendimiz’in (sav) sözlerinden alınmıştır. Bir koca, kendi eşini başka bir erkekle bulduğunda ne olacağı sorulduğunda Peygamber Efendimiz (sav), kocanın karısını öldürme hakkının olmadığını ve onların zina ettiğine dair dört şahit bulunmadıkça hiç kimsenin cezalandırılamayacağını söylemiştir.[4] Kur’an, sadakatsizliğinden şüphelenilen kocalar ya da kadınlar veya eşi tarafından suçüstü yakalanan fakat şahit gösterilemeyen eşler için uygulanacak prosedürü belirlemiştir: Çift, bir hakim önüne çıkarılır. Suçlayan eş, suçlamasının doğru olduğuna dair beş defa Allah’a yemin eder. Daha sonra da suçlanan eş, masum olduklarına dair beş kere Allah’a yemin eder. Sonuç olarak hiç kimse cezalandırılmaz ama karı koca boşanmış olur.  (Nur Suresi 24/ 6,7)

Müslüman akademisyenler kadına yönelik şiddetin tehlikelerinden haberdardırlar. On dokuzuncu yüzyılda yaşayan, Yemen’li meşhur alim Şevkani (d.1834), kadınları öldüren erkeklerin idam edilmesinin gerekçelerinden birinin, sözde namus kaygısı bahanesiyle erkeklerde kadınlara karşı var olan şiddet olgusu olduğunu yazdı. O şöyle bir neticeye ulaşmıştır: ”Hiç şüphe yok ki; bu konudaki gevşeklik, İslam öncesi utanç verici dönemlerde özellikle katı kalplilikle ve güçlü bir şeref anlayışıyla şekillenen bedevi bölgelerindeki kadınların hayatlarını yok oluşa sürükleyen en büyük sebeplerden biridir”.[5]

Yüzyıllardır müslüman hukukçular arasında mevcut olan icma sebebiyle, namus cinayetlerinin İslam şeriatı ile bir alakasının olmadığı apaçıktır. *(Haşiye) Aslında, ikinci halife Hz. Ömer’in, zina ederken yakaladıkları eşlerini öldüren adamları cezalandırmadığına dair bir haberle karşı karşıya kaldıklarında, Müslüman alimler, Hz Ömer’in o adamların sadece ahirette Allah tarafından cezalandırılmayacaklarını kastettiği sonucuna varabilirlerdi. Şeriata göre, bu hayatta katil oldukları apaçıktı.[6] Modern dönemde, sünni alim Yusuf el-Karadavi ve Abdullah el-Ğumari (ö. 1993)[7] ve müteahhirun Şiî âlimlerinden Muḥammed Ḥusayn Fadlallah (ö. 2010)Kanadalı imamlardan oluşan bir grup, Britanya Müslüman Konseyi ve önde gelen Amerikalı imam Zaid Şakir gibi her mezhep ve anlayıştan gelen en meşhur müslüman alimlerin pek çoğu, namus cinayetlerine İslam’ın kesinlikle cevaz vermediğini ilan etmişlerdir.

İslam’ın, namus cinayetlerine toleranslı davranan ve eleştirilen tavrını tekrar ele alabilir veya Peygamber Efendimizin (sav)’in öğretileri ve Şeriat’ın, bu cinayetleri kesin olmayan kelimelerle kınadığına dikkat çekebiliriz. Kadına yönelik şiddet ve hukuk sistemlerinin bunu cezalandırmada başarısız olması, Afganistan ve Pakistan gibi Müslüman ülkelerde ciddi bir sorundur. Bunun sözde nedenlerinden bahsetmek yerine, bu soruna karşı kullanılacak argümanlar olarak İslam ve Şeriat harekete geçirilmelidir. Hindistan’daki Hindular arasında yapılan çeyiz cinayetlerinin sayısı, tek başına namus cinayetlerini küresel olarak gölgede bırakmaktadır. BM’nin kadın cinayetleri sıralamasında en kötü sırada olan ülke, şeriatla yönetilmediği kesin olan, katolik çoğunluklu El Salvador ülkesidir. Bu gerçekler, Müslüman ülkelerde namus cinayetlerine izin veren yasaların aslında Avrupa’dan ithal edildiği gerçeği ile birlikte, toplumumuzun göz ardı ettiği şu meseleleri bize hatırlatmalıdır: Kadınlara karşı şiddet tüm insanlığın sorunudur ve her meselede olduğu gibi Batı’nın geçmişin ve günümüzün başka bir yerinde olduğu kadar bir parçasıdır.

*Haşiye: Şeriat geleneğinde namus cinayetlerinin genel olarak reddinde dikkat çeken bir istisna mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu’nda kanun, Hz. Peygamber(sav)’in verdiği hükmün tuhaf bir şekilde tersine çevrilmesi üzerine uygulamada bir boşluğa sebep oldu. Peygamber Efendimiz (sav), hadislerden birinde, zina yapan bir eşin öldürülmesinin, zina ettiğini gören dört şahidin şehadetiyle meşru olabileceğini söylemiştir.  Çünkü bu, birisinin zinaya mahkum edilmesi için gerekli olan bir kanıttı. Bunu yerine getirilmesi imkansız görülen bir şart gibi anlamak yerine (Çünkü fiili birleşmeyi tam olarak gören dürüst dört erkek olması gerekiyordu), bazı Osmanlı hukukçuları onu namus cinayetlerinde gevşeklik için kullandı. Ancak o zaman bile, sınırlar vardı. Osmanlı kanunları, sadece eşlerini veya kızlarını öldüren adamları tahliye etti ve sadece adamın, ilerleyen bir eylemi tamamlamasını önlemek için kadının sevgilisini öldürdüğü durumlarda uygulandı. Bu, aslında gururu ve onuru sebebiyle başlangıçta Hz. Peygamber(sav)’in emrini tam olarak anlayamamasına rağmen, daha sonra, ”Eşi ile bir erkek bulursa, dört tanık getirene kadar ona karşı hareket etmeyeciğini ve Allah’a yemin olsunki, o adam işini bitirene kadar onları getirmeyeceğim” diyen Sa’d Bin Ubade tarafından açıklandığı gibi, Peygamber’in buyruğunu anlamayı ihlal etmekteydi.[8] Namus cinayetleri ile ilgili olağandışı Osmanlı müsaadesi, İmparatorluğun 1858’de izin verilen Fransız kanununu niçin kabul ettiğini açıklayacaktır.


[1] Rudolph Peters, Klasik İslam Hukukunda Suç ve Ceza (Cambridge: Cambridge Universitesi Yayınları, 2005), 124.

[2] ”Yukarı Mısır’da, Kıpti ailelerin namus cinayeti işleme ihtimalinin, müslümanlarla aynı olduğu tespit edilmiştir.”; Recep Doğan, “Namus Cinayetleri İslami Bir Olgu Mudur?” Metin Yorumu ve Kültürel Tasavvur,” Müslüman Azınlık İşleri Dergisi 31, no. 3 (2011): 423-440.

[3] Sohail Akbar Warraich, “Namus Cinayetleri” ve Pakistan Kanunu “Şeref” de: Suçlar, Paradigmalar ve Kadına Yönelik Şiddet, ed. Lynn Welchmann ve Sara Hossain (Londra: Zed Books, 2005), 84-97.

[4] Ana hadisler Ebu Hureyre’nin Sa’d b. ‘Ubade Hz. Peygamber (sav)’e sorar: “Ya karımla bir erkek bulursam? Dört tanık getirene kadar beklemek zorunda mıyım? Peygamber (sav), “Evet” cevabını verir. Bkz. Müslim, Sahih, Kitabu’l-lian; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’d-diyat, Eşini Bir Adamla Bulan Adam Onu Öldürsün Mü Babı; Ayrıca bkz: Muvatta, İmam Malik, Kitabu’l-aqiya, Eşini Bir Adamla Bulan Adam Babı; Müsned, Aḥmad İbn Hanbel (Maymaniyye baskısı), 1: 238-39.

[5] Muḥammad b. Ali El Şevkani, Neyl el-Awtar, ed. İzzeddin Hattab, 8 Cild. (Beyrut, Dar-ı İhyaU’t-turas el-Arabi, 2001), 7:24.

[6] Ebu Süleyma Hamd el-Hattabi, Muhammed el-Sunumu, 3. baskı, 4 cilt. (Beyrut: el-Mektebetu’l-İlmiyye 1981), 4:19; es-Suyuti, el-Eşbah ve’n-Nezair, ed. Muhammed el-Mu’m-. Beydidi (Beyrut: Daru’l-Kitab el-Arabi, 1414/1993), 746.

[7] Abdullah el-Ğumari, el_Hai, ed. İbrahim Ahmed Şihata (Kahire, el-Mektebetu’l-Ezheriyye, 2007), 12.

[8]Müsned, Ahmed İbn Hanbel, 1/238

 

Yasal Uyarı: Bu bildiri ve makalelerde ifade edilen görüş ve düşünceler, tamamen yazarlarına aittir. Ayrıca, yazarların herhangi bir platformda ifade ettikleri kişisel görüşleri, Yaqeen Enstitüsü’nü bağlamaz. Ekibimiz her açıdan çok donanımlıdır ve yaptığımız araştırmaların kalitesini arttırmaya yardımcı olacak kesintisiz ve zenginleştirici diyaloglara izin verir.

Avatar

Dr. Jonathan Brown

Director of Research | Dr. Jonathan A. C. Brown is a Director of Research at Yaqeen Institute, and an Associate Professor and Chair of Islamic Civilization at Georgetown University. He is the editor in chief of the Oxford Encyclopedia of Islam and the Law, and the author of several books including Misquoting Muhammad: The Challenges and Choices of Interpreting the Prophet's Legacy.